Yarım Kalan Hikaye

Hoparlörden anons yapılmasıyla etraftan ufak çaplı homurtular yükselmesi bir oluyor. Belli ki tren rötar yapmış. Oyalanacak bir şeyler bulmak lazım. Telefonla konuşan bir kız dikkatimi çekiyor. Her halinden erkek arkadaşıyla konuştuğu belli. Telefonda bile bir cilveler, bir işveler. Şu arap kızları çok da güzel değiller ama mimikleri, o sürmeli gözlerle bakışları yok mu. Bunun bir de gamzesi var. Keşke arapça bilsem de ne konuştuğunu anlasam. Yandaki banka ilişiyorum.

Yanından genç bir çocuk geçiyor. Konuşmaya ara vermeden çocuğu şöyle bir baştan aşağı süzüyor. Ama ne süzüş. Çocuk da farketmiş olacak ki konuşması biter bitmez yanına oturmak için izin istiyor. Belli ki yeni tanışıyorlar. Havadan sudan konuşuyorlar sanırım ilk başta ama kız aynı cilveli bakışlara devam. Bir süre sonra telefonlar çıkıyor piyasaya. Çocuk kızın telefonuna kendi telefonunu kaydediyor. Bakalım bu işin sonu nereye varacak. Bari aynı kompartımana bineyim de filmin sonunu öğreneyim.

Bir süre sonra tren geliyor. Aynı kompartımana biniyoruz. Fakat bu tren başka bir yere gidiyor diye herkesi indiriyorlar. İki dakika geçmeden tekrar karar değişiyor evet bu tren o tren. Tekrar binmeler, koltuk kapma yarışları derken kaybediyorum yeni çifti. Sağlık olsun. Birgün sonrası kıza çarşıda rastlıyorum. Çarşı dediğim bizdeki kapalı çarşı misali turistik bir çarşı. Hani bizde kapalıçarşının kasıntı gençleri vardır. Aynı öyle bir çocukla elinde telefon muhabbette bizim kız. Koleksiyon yapıyor sanırım. Bu iş böyle olmayacak. Şu kıza köşedeki kafede bir Türk kahvesi ısmarlayayım bir de bu işler nasıl oluyormuş bu ülkede, kaynağından öğreneyim. Çocukla konuşmasının bitmesini sabırla bekliyorum. Yanına yaklaşıp:

(İçten bir gülümsemeyle)

-Excuse me. I saw you at train station in Monastir yesterday. I didn’t want to disturb you. Because...

(Şaşkın bir gülümsemeyle)

-Pagdon. Parle vu franse?

(Kızgın bir gülümsemeyle)

-Shit. Bye.

Aralık 2006

Monastir / Tunus