
Keskin bir siren sesi duyuldu Melbourne limaninda. Icinde yuzlerce asker, hepsinin yureginde vatanlarina ve kralicelerine hizmet etme aski, demir almaya hazirlaniyordu bildik sona dogru. Analar, esler, sevgililer arkalarindan el salladilar. Bir cogu geri donemeyecekti. Ingiltere’nin emperyalist cikarlari ugruna yitip gideceklerdi adini bile duymadiklari topraklarda.
Her iki taraf icin de tarihte esine az rastlanan kahramanliklara ve bugun bile yurekleri sizlatan acilara sahne oldu Gelibolu ve ozellikle Anzak koyu. Oyle ki, 25 Nisan gunu tum Avustralya’da ‘Anzac Day’ adiyla sadece Canakkale Savasi’nda yitirilenlere degil, ikinci dunya savasindan Vietnam’a kadar savasta kaybedilenlere adanmistir. O gun, Anzac’larin torunlari binlerce kilometreden gelip, aile buyuklerinin temsili mezarlari basinda yaslarini tutarlar. Tum kitada hangi sehre gitseniz bir anitla karsilasirsiniz o gunlerin anisina. Sadece askerlerin degil savasta kaybedilen atlarin bile anitini gormeniz mumkun. Ingiltere’den, Italya’dan, Asya’dan gelen insanlarin olusturdugu bir ulke, o ozel gunde tam bir milli beraberlik ruhu icinde atalarini anarlar saygi ve gururla.
Peki ya bizler? Bizim dedelerimiz? Yemen collerinden Malta zindanlarina yitip giden mehmetciklerimiz, sehitlerimiz. Salt’taki, Burma’daki kirik bir tas parcasindan ibaret mezarlarinin yerini bilen var mi? Gerek devlet, gerek birey olarak hak ettikleri saygiyi gosteriyor muyuz? Bizden sonraki nesillere aktariyor muyuz destanlarini? Yoksa bildik o iki kelime mi dokuluyor dudaklarimizdan: ‘VATAN SAGOLSUN’.